18.11.08

KENDİNİ DEVRİMCİ YETİŞTİRMEK


İnsan, toplumsal devrimden önce ve sosyal devrimle uyumlu olarak kendisini devrimci yetiştirmezse, kesinlikle toplumsal bir devrim içerisinde sadık, mutmain ve yolun sonuna kadar vefalı kalamaz. Esasında devrimci insan, sadece sosyal bir devrime katılan insan değildir. Eğer böyle olsaydı, oportünistler, maceracılar ve egoistler de devrime katıldıklarında -ki katılıyorlar- devrimci olurlardı. Aksine devrimci bir insan, her şeyden önce kendi cevherini bambaşka bir şekilde yetiştirmelidir. Devrimci insan, geleneksel ve kalıtsal beninin yerine, kendi eseri olan yani kendisinin yetiştirip yarattığı benini (ene-öz) koyan insandır.

Kendini yetiştirmekten maksat, kendimizi, zahitler, ruhbanlar ve din âbitleri gibi başkalarından, zamandan ve kendimizle toplumumuz arasında olan ve olması gereken tüm bağlardan soyutlayarak hayalî, zihinsel, geleneksel, grupsal ve ulusal değerler veya ruhanî ve sufi ahlâkta var olan kendine özgü idealler esası üzerine yetiştirmek demek değildir. Yahut da kendini yetiştirmeyi Marksistler gibi sadece zamanın siyasî bir hareketine katılım hazırlığımız için bir vesile olarak telakki etmemeliyiz. Aksine, bununla birlikte, bir asıl, ilke, temel, asalet ve hedefle kendini devrimci yetiştirmek, yani varlık cevherimize gelişim kazandırmaktır. Bu ise halkın yazgısına katılımı gerektirmektedir. Halkın yazgısına katılımı da bizim insaniyetimiz ve varlıksal gelişimimiz gerekli kılmaktadır.

DEVRİMCİ DİN NE DEMEKTİR?
Devrimci dine mensup olan ve bu dinin eğitimini alan bir kişi, hayatın maddî manevî ve sosyal alanlarının tümüne tenkidi bir gözle bakar ve batıl olarak gördüğü şeyi kaldırıp, yerine hakkı ikame etme sorumluluğunu taşır. İnkılabî olan tevhid dini, mevcudu, olduğu gibi benimsemez ama ona ilgisiz de kalmaz. Peygamberlerin tümüne bir bakın, saf ve hiçbir değişikliğe uğramamış olan ilk çıkışlarında hepsinin yaptığı ilk iş, mevcut tuğyana ve kötülüğe karşı çıkmaları ve Allah’ın kanunlarının tecellisi olan kâinattaki kanunlara itaat etmeye çağrıda bulunmalarıdır.
Mesela Musa’ya bir bakın, O, üç sembole karşı çıkmıştır: Zamanın en zengini olan Karun, şirk dininin en büyük dinî lideri olan Bel’am-i Ba’ur ve en büyük siyasî otorite olan Firavun. Musa bu üç sembole mi karşı çıktı, yoksa statükoya mı? O zaman statüko neydi? O zamanki statüko, azınlıkta olan Sebtî ırkının, Kıptîlerin baskısı altındaki yaşamalarıydı. Musa’nın mücadelesi, Kıptî ırkının üstünlüğüne dayanan ırkçılığa ve bir ırkın, diğer ırkın esareti ve zilleti altında yaşamasına karşı çıkmaktı. Onun hedefi ve ideali, tutsak olan bir kavmi, doğru yola getirmek ve inanç temelinde kurulmuş, tağuta tapınılmayan ve tevhid dininin gerektirdiği toplumsal birliğe sahip olan bir toplum kurabilmek için o kavmi, vadedilmiş olan yere hicret ettirip yerleştirmekti.
Bütün tarihi, bütün tarihsel silkiniş, kıpırdanış ve hareketleri;bütün tarihi bisetleri izah eden şu üç temel akımdır.
1-İrfan ve Aşk: Beşet tarihi boyunca bütün kültürleri, ahlaki değerleri, devrimci hareketleri ve bütün yaratıcılıkları meydana getirmiş, her zaman insana anlam vermiş, daima evrene içerik kazandırmış, sürekli ömür ve vucuda yön ve hedef vermiş olan ateş...Bu cevherin var olduğunu düşündüğünüz her din, ekol, ideloji ve felsefede, toplumları harekete geçiren bu cevher ateştir. Yine bireylerin arasından birtakım insanları yetiştiren ve yaratan bu bu ateş olmuştur. İrfani duygu insanlık tarihinin bir dönemi ile ilgili değildir. Mülkiyetten ve sınıflardan öncedir. Bu bu duygu bir çok insanı yetiştirmiştir. Gazzli, Ethem gibi.
2-Özgürlük: Bu kelimenin, dinde derin ve sonsuz bir boyutu vardır.Her halükarda özgürlük insan varlığının temel buyutlarından biridir. Bütün dinlerin nihai amacı kurtuluştur. İslamda ülkü felahtır. "Haydin Felaha"denir beş defa ezanla. Yani kurtuluşa...Devrim tarihinin her noktasında bütün bu mücadelelerin özgürlük için olduğu görülür.Dolaysıyla özgürlüğü isteme, sevme ve arama boyutu, insanı donukluktan, tembellikten, uykudan ve dış güçler karşısında boyun eğip kuluk etmekten kurtaran en büyük faktördür.
3-Adaletçilik, yani adalet isteme ve sevmedir.Torpil icad olduğunda, onu ortadan kaldırmak için, gayret ve çalışmada ortaya çıktı.Çelişki, sömürü, çıkarcılık ve sınıfsal mesafe arttığı ölçüde, evrensel bir patlamaya eişme noktasına kadar adalet için didinme ve savaşım genişleyip büyüyor.
Dolayısı ile tarihte ve insanda bu üç kavram vardır. Bu kavramlar beşerin gereksinimi içindedir.Gerçekten beşeri yapı bu üç sağlam temelin üzerine kuruludur ve insan vucudunun bir parçasıdır.

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi